28 Şubat 2013 Perşembe

Taegukgi hwinalrimyeo (The Brotherhood of War)




Tür: Dram, Savaş, Tarih
Yapım: 2004- Güney Kore
Yönetmen: Je-kyu Kang
Oyuncular: Dong-gun Jang, Bin Won, Eun-ju Lee,..
Senaryo: Je-kyu Kang, Sang-don Kim
Imdb Puanı: 8.1


Sinema sektöründe en zor çekilen ve en çok emek sarfedilen kategorilerden biri savaş filmleri. Çünkü savaş sahneli filmler, yüksek bütçe, kalabalık oyuncu kadrosu ve iyi bir kurguya gereksinim duyar. Bunda da sinema tekniği ve görsel efektler açısından yönetmene büyük iş düşer. Çünkü özellikle çatışma sahnelerinde gerekli özen gösterilmediği takdirde, izleyiciye o duygu geçmeyebilir ve seyircide istenen etkiyi yaratmayabilir.
Bu yüzden savaş filmleri daha zahmetli olduğundan, diğer türde çekilen filmlere göre sayıca daha az bulunuyor. Olanların içlerinde ise, iyi olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. 
Taegukgi de, benim için savaş filmleri kategorisinde ilk 3'e girer..


İngilizceye ''The Brotherhood of War'' olarak çevrilen film, muazzam bir savaş ve kardeşlik öyküsü. 1950'li yıllarda Kuzey Kore ve Güney Kore arasındaki savaşın ortasında kalan 2 kardeşin hayatını anlatıyor. Oldukça etkileyici savaş sahneleri, dram, heyecan herşey var filmde ve  konusu sürükleyici bir şekilde işlenmiş. Oyunculuklar da oldukça başarılı.



Hepinize iyi seyirler diliyorum :)

26 Şubat 2013 Salı

Felon..Hapishane filmi sevenlere..



İzlerken içine girebildiğiniz, yaşanan olayları içinizde hissedebildiğiniz türden bir film olmuş. Hayal ettiğimiz o güzel ve düzenli hayatların nasıl da birden yerle bir olabileceği oldukça gerçekçi sunulmuş.

Filmin konusuna gelince;
Nişanlısı ve oğlu ile birlikte yaşayan Wade Porter, bir gece tıkırtılarla uyanır, evin içinde hırsızla yaşadığı kovalamaca, hırsızın bahçede ölümü ile sonuçlanır. Bu olaydan dolayı suçlu bulunur ve 3 yılını geçirmek üzere bir hapishaneye yerleştirilir. Hapishane son derece güvenlidir ama kimler için?? Porter, burada değer verdiği şeylere tutunarak dışarıdan kolay görünen sağ kalma işini yapmaya çalışacaktır. Görüldüğü gibi, konusu pek de kurgusal sayılmaz aslında..Çünkü hayatta hepimizin başına gelebilecek bir hikaye..Belki de o yüzden film, rahatlıkla empati yaptırabiliyor insana, Porter'ın yerinde olsam ne yapardım diye düşünürken buluyorsunuz kendinizi..


                                


Oyuncular: Stephen Dorff, Val Kilmer, Harold Perrineau Jr, Marisol Nichols, Johhny Lewis

Oyuncuları oldukça başarılı buldum..Özellikle Wade Porter  rolündeki Stephen Dorff ve de Snowman rolündeki Johnny Lewis..

İzlemek isteyenlere tavsiye edilir :) İyi seyirler..

16 Şubat 2013 Cumartesi

Taare Zameen Par (Her Çocuk Özeldir)



''3 Idiots'' ile merhaba dediğim Hint sinemasında son derece başarılı bulduğum bir diğer film Taare Zameen Par..Hintçe ''Yerdeki Yıldızlar'' demek..Ülkemizde ''Her Çocuk Özeldir'' çevirisi ile de ünlenmiş.

Film, Disleksili (öğrenme bozukluğu olan) bir öğrencisini okul hayatına ve dış dünyaya hazırlamak için yoğun çaba sarfeden idealist bir öğretmenin çabalarını anlatıyor. Özellikle disleksiyi anlamak, dünyaya nasıl bir görsel açıdan baktıklarını bir parça deneyimlemek adına çok önemli adımlar atmış bir film..

                                 

Filmde, ailesi tarafından disleksik olduğu farkedilmeyen Ishaan, çoğu zaman yaramızlıkla, tembellikle ve başarısızlıkla suçlanıyor. Sokak oyunlarından dışlanan ve oyunlara dahil edilmeyen bir çocuk..Ishaan'ın farklı şeylerin peşinde olduğunu filmin ilk sahnelerinden itibaren farkediyoruz. Diğer çocuklardan uzakta, kendi hayalleri ile yaşayan, ailesinin ve öğretmenlerinin sınıflandırdığı gibi başarısız bir öğrenci.  Dikkatini derslere toparlayamadığı için kendine daha ilginç gelen şeylerin peşinde. Kimseyi umursamadan hayal kurmak, farklı yerler görmek onun vazgeçilmezlerinden biri. Okuldaki öğretmenlerin de ailesini zorlaması ile Ishaan yatılı bir okula veriliyor ve hayatının akışını değiştirecek öğretmeni ile burada tanışıyor..




Aamir Khan'ın iki filminde de (3 idiots ve bu film) gözümüze çarpan en büyük şey, ciddi bir eğitim sistemi eleştirisi içermesi. Sorunlu gözüken çocukların aslında sorunlu olmadıklarını, asıl sorunun ebeveynlerde, okullarda ve toplumların zihniyetlerinde olduğunu, bir çocuğun üzerinden yola çıkarak anlatmış seyircilere.


                                       

Evet, Bollywood denince, genelde kınalı kızlar, garip danslar geliyor ilk olarak aklımıza. Malum, önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zor. Ama, bu film için parçalayın derim  :)

Bence, sadece özel çocuklarla çalışan eğitimcilerin değil, her daim özellikle de öğrenme güçlüğü yaşayan bir öğrenciyle karşılaşma olasılığı bulunan her eğitimcinin izlemesi gereken bir film. Hatta sadece eğitimciler değil, anneler, babalar, kardeşler, çocukla ilgisi olan HERKESİN izlemesi gereken bir film..Çünkü film de de denildiği gibi, Her Çocuk Özeldir..




Aşağıda paylaştığım videoda da, filmden bazı görüntüler var..
(Filmdeki şarkıları da çok beğendim. Özellikle şarkıdaki sözler de bir o kadar anlamlıydı..)

Herkese iyi seyirler dilerim :)


15 Şubat 2013 Cuma

Django Unchained (Zincirsiz) // Vizyona girmesini bekleyemediğim film..



Yapım: 2012 - ABD
Tür: Aksiyon, Dram, Suç, Western
Yönetmen: Quentin Tarantino
Oyuncular: Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo Di Caprio, Samuel L. Jackson
Senaryo: Quentin Tarantino

Amerikan İç Savaşı’dan 2 sene öncesinde, Güney bölgesinde geçen film, köle Django’nun Alman asıllı ödül avcısı Dr. King Schultz ile yolunun kesişmesiyle başlıyor. Django, eski efendisini ölü ya da diri ele geçirmek isteyen Schultz ile anlaşmaya varır ve özgürlüğü karşısında Brittle kardeşleri kendisine getirme sözü verir. Görev başarıyla tamamlanır ama ikilinin yolları ayrılmaz Schultz ve Django beraber Güney’in en çok aranan suçlularının peşine düşerler… ‘Avlanma’ hünerini her geçen gün geliştiren Django’nun artık tek bir hedefi vardır: köle ticareti yüzünden kaybettiği eşi Broomhilda’yı bulmak ve onu kurtarmak... Bu hedef onları kötü şöhretli “Candyland” çiftliğine ve çiftliğin sahibi olan Calvin Candie’ye götürecektir…(alıntıdır - beyazperde.com)

Filmde, Amerika'da ırkçılığın bir zamanlar ne denli büyük bir boyutta yaşandığına da şahit oluyorsunuz. Zencilere karşı yapılan insandışı muameleler ve yapılan işkenceler en gerçekçi şekilde gözler önüne serilmiş. Bir izleyici olarak bu sahnelerden etkilenmemeniz imkansız.

Yönetmen koltuğunda Quentin Tarantino ve oyuncu kadrosunda ise Jamie Foxx, Christoph Waltz, Samuel L. Jackson, Kerry Washington ve Leonardo DiCaprio gibi değerli oyuncular bulununca film daha da içine alıyor sizi.. Filmdeki kostümler ve mekanlar oldukça güzeldi, müzikler ise oldukça etkileyici. Müziklerden birkaçını aşağıda sizlerle paylaşıyorum.




Hepinize iyi seyirler diliyorum ve filmi izledikten sonraki yorumlarınızı da bekliyorum :)

En sevdiğim müzikler ve soundtrackler..























                                            



                                                           


                                                                          


                                                                                  


                                                                          




11 Şubat 2013 Pazartesi

Çizgili Pijamalı Çocuk (The Boy in the Striped Pyjamas)




Filmin Orjinal Adı: The Boy in the Striped Pyjamas
Filmin Türü: Dram, Gerilim, Savaş
Oyuncular: Asa Butterfield (Bruno), Jack Scanlon (Shmuel), Amber Beattie (Gretel), David Thewlis (Bruno's father), Vera Farmiga (Bruno's mother), David Hayman (Pavel)
Yönetmen: Mark Herman
Senarist: John Boyne
IMDB Puanı: 7.8

                                                           


John Boyne'un kaleminden beyazperdeye dönüştürülen film 'The Boy in the Striped Pyjamas'  çocuk saflığında savaşa bakışın incelendiği ve adeta insanlığa ders veren nitelikte bir film.

Filmde; bir Nazi komutanının oğlu olan 8 yaşındaki Bruno'nun yeni evlerine taşınmalarının ardından kendisinin çiftlik zannettiği Yahudi kampında tel örgülerin arkasındaki yaşıtı Shmuel ile yaşadığı arkadaşlığı anlatılıyor.


Yahudi soykırımını konu alan pek çok film izledim..( The Pianist, Schindler's List, Life is Beatiful,..)Ancak bu film, hepsinin etkisinden çok daha farklı ve derin bir etki bıraktı bende..Belki de bir çocuğun gözünden anlatıldığı içindir bu etki..

                                                              

İnsanlığa ders veren bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

İyi seyirler..

Bilinen Evren: Evreni Ölçmek // National Geographic TV Belgeseli




Evrende bir tur atın! En küçükten en büyüğe, atomlardan kozmosa kadar herşeyi inceleme altına alan bu belgeseli kaçırmayın. Atomlardan, elementlere, galaksilerden, nanoteknolojiye kadar birçok konu çok yalın ve sıkmayan bir anlatımla izleyiciye sunulmuş. 



Hepinize iyi seyirler..

Bilinen Evren: Evrende Hız // National Geographic TV belgeseli




Hız, bize evren hakkında neler öğretebilir? Uzay keşiflerinde hızın neden bu kadar gerekli olduğunu bu belgeseli izleyerek öğrenin.

Belgesel - Einstein'ın Büyük Fikri ( E=mc²)



A Dirty Carnival..Güzel bir mafya filmi..



Güney Kore filmlerini çok seven biri olarak, geçenlerde favori türlerimden biri olan bir mafya filmi  izledim. Bol aksiyonlu, bol dövüşlü ama bir o kadar da bol ihanet ve dram içeren bir filmdi. Film, azimli bir çete üyesinin mafya içinde basamak basamak yükselişini ve yükselmeye çalışırken de karşılaştığı zorlukları ve mücadelesini anlatıyor. Senaryo, gerçekçi ve sağlam bir şekilde işlenmiş. Dövüş sahneleri de oldukça başarılıydı. İzlemeyenlere tavsiye edilir.

123 ve İzmir Senfoni Orkestrası..


Türkiye'de bu kadar güzel müzik yapan insanlar da varmış diyorsunuz 123 dinleyince..Türkiye standartları üstünde müzik yapan bir grup bence..İzmir Senfoni Orkestrası ve Eskişehir Senfoni Orkestrası ile birleşince de tadından yenmez bir hal alıyor..İnsan, dinleyince hayattan kopuyor..Alıyor sizi başka diyarlara götürüyor..Ben de grubun bazı kayıtlarını bloğumda derleyip sizlere sunmak istedim..Umarım keyif alırsınız dinlerken..
Grubun resmi web sitesini, facebook adresini ve bloğunu da paylaşayım hemen;












3 Idiots.. (bulunmaz hint kumaşı gibi bir film :)





Dostluksa dostluk, aşksa aşk, eğlenceyse eğlence, dramsa dram..hepsini verebilmiş bir film3 saat sürmesine rağmen hiç sıkılmadım, zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadım :) Başroldeki 3 oyuncu da çok iyi bir seçim olmuş..Filmde işlenen eğitim sorunları ise dünyada yalnız olmadığımızın kanıtı gibi..(Üniversiteye başlamadan önce izlenilmesi gereken bir film..) Hala izlemeyenler varsa, ellerini çabuk tutsunlar..



10 Şubat 2013 Pazar

Click



Yapım: 2006 - ABD
Türü: Komedi, Romantik, Dram, Fantastik
Oyuncular: Adam Sandler, Kate Beckinsale, Christopher Walken
Yönetmen: Frank Coraci
Senaryo: Steve Koren, Mark O'Keefe



Filmin konusu şöyle; 
Michael Newman (Adam Sandler) güzel Donnayla (Kate Beckinsale) evlidir ve çiftin iki harika çocuğu vardır. Ama genç adam onları görmeye pek fırsat bulamaz çünkü şirkete paha biçilmez katkısının, nankör patronu (David Hasselhoff) tarafından bir gün fark edileceğini ve böylece ortaklığa terfi edeceğini umarak uzun saatlerini iş yerinde geçirmektedir. Michael bütün bir geceyi ayakta geçirdiği için o kadar yorgundur ki hangi kumandanın televizyonu açtığını bir türlü bulamaz ve sinir olur. Bunun üzerine, evdeki bütün elektronik araç gereci kontrol edebilecek mükemmel bir uzaktan kumanda bulmaya karar verir. Egsantrik tezgahtar Morty (Christopher Walken) ona kesinlikle hayatını değiştirecek, deneysel, türünün tek örneği bir kumanda verir.

İşkolik olmanın verdiği fakat daha çok aldığı şeylerin neler olduğunu fantastik ve hoş bir dille anlatan bu filmi kesinlikle tavsiye ediyorum. Siz de Play butonuna ''Click'' yapın ve bu filmi mutlaka izleyin :)

Ruby Sparks // Düşündüren bir romantik komedi..




Tür: Romantik komedi
Yönetmen: Valerie Faris, Jonathan Dayton
Senaryo: Zoe Kazan
Oyuncular: Paul Dano, Zoe Kazan, Antonio Banderas, Deborah Ann Woll

Filmin konusu; Calvin (Paul Dano) kariyerinin başlangıcında olağanüstü bir başarı kazanmış genç bir roman yazarıdır. Ancak, hem iş yaşamında hem de aşk hayatında sorunlar yaşamaktadır. Sonunda, önemli bir ilerleme kaydeder ve kendisine ilham veren Ruby isminde bir karakter yaratır. Calvin bir hafta sonra Ruby'yi (Zoe Kazan) odasındaki koltukta otururken bulur. Kelimelerinin canlı ve nefes alan bir insana dönüşmesi Calvin’i hayrete düşürür. Calvin ve Ruby birlikte yaşamaya başlarlar. Calvin de, bir yazar olarak bu Tanrı’yı oynama oyununa kendini o kadar çok kaptırır ki, daktilosunda yazdığı her cümle ile Ruby’nin yaptıklarına öylesine yön verir ki, bir noktadan sonra bu yaptıkları onu bile bu Tanrı’cılık oyunundan soğutmayı başaracak, durup kendini ve hayatını sorgulamasına neden olacaktır.



Ruby Sparks, gerçek hayatta da birçok insanın yaptığı karşıdakini şekillendirmeye çalışmak konusunu çok iyi işleyen bir film olmuş. Bir yazarın hayalinde yarattığı bir karaktere can vererek “İdeal sevgili nasıl olmalı?” sorusuna hem duygusal hem de mizahi yönden yaklaşarak ortaya oldukça keyifli bir seyir çıkarıyor. Filmde görüyoruz ki; bir erkek, sevdiği kadına her istediğini  yaptırabilecek güçte olsa bile sonucu hüsran olabiliyor. Çünkü kadını aslında kadın yapan kendi duyguları, kendi istekleri ve kendi kararları..Sahip olma, kontrol etme ve egolar işin içine girdiğinde bir ilişki ne kadar mükemmel giderse gitsin, her şeyin bir anda tersine dönebileceğine  trajikomik bir biçimde tanık oluyoruz  film sayesinde. 


National Geographic Belgeseli: Okyanusların Suyu Nereden Geldi?




Dünyamızın bugün büyük bir kısmını kaplayan sular, gezegenimizin uzaydan mavi bir bilye gibi görünmesine sebep oluyor. Güneş sisteminde bir mücevher gibi ışıldayan bu mavi bilyenin suları nereden geldi peki? Dünyamızda su ne zaman ve nasıl ortaya çıktı hiç merak ettiniz mi? Aşağıdaki linkten detaylı bilgiye ulaşabilmeniz mümkün..

Okyanusların Suyu Nereden Geldi ?

National Geographic ekibi tarafından hazırlanan bu belgeselde dünyamızdaki okyanuslara suyun nerden geldiği anlatılmıştır. İyi seyirler diliyorum..

The Elephant Man // David Lynch'ten yürek burkan bir dram filmi..







David Lynch’in vücudu doğuştan deformasyona uğramış, ucube olarak nitelenen John Merrick’in hayatını işlediği başyapıtı ''The Elephant Man''.

IMDB Puanı: 8.3
Tür: Biyografi, Dram
Yönetmen: David Lynch
Oyuncular: Anthony Hopkins, John Hurt, Anne Bancroft

                                                       

Film gerçek bir hikayeden, Joseph Merrick'in hayatını Lynch kamerasıyla anlatıyor. 
Filmin konusu şöyle; Doktor Frederick Treves, 1880'lerin kasvetli Londrası'ndaki bi gezici sirkte fil adam lakaplı, çirkin ve son derece anormal bir görüntüsü olan John Merrick'e rastlar. Zalim bir adam olan sirk müdürü Bytes, annesi Merrick'e hamileyken bir filin saldırısına uğradığını anlatmaktadır. Dr. Treves, Merrick'in hastaneye yatırılmasını sağlar. Dr. Treves bir süre sonra pek zeki olmayan Merrick'in korkunç görüntüsünün altında son derece duyarlı ve insancıl birinin olduğunu anlar. Hastanede ilk başta ondan korkan hemşireler de Merrick'e alışacaktır. Talihsiz adamın görünüşüne neden olanın ' multiple neurofibromatosis' isimli nörolojik bir hastalık olduğu anlaşılır. Hastane yaşamı da kolay geçmemektedir. Gece bekçisi bilet keserek fil adamı sergilemeye ve üzerinden para kazanmaya baslar. Bu arada Bytes tekrar ortaya çıkar, onu kaçırır ve kıta avrupasına getirerek onu eski kötü günlere döndürür. Merrick'in tek umudu kaçarak İngiltere’ye dönmektir. (alıntı - sinemalar.com)


The Elephant Man, insanin kendinden daha farkli olani nasil zalimce otekilestirdigini, ruhtaki deformasyonun cirkinligi ve kotulugu karsisinda, vucudundaki deformasyonla anilan fil adam'in ruh guzelliginin fiziksel yapisini nasil arka plana tasidigini son derece carpici bir sekilde gozler onune seren, ozellikle gunumuz 'guzellik' takintili topluma daha bir elestirel bakmayi tesvik eden cok dokunakli bir film. Yönetmen David Lynch'in, ''insanların birbirlerini ucube diyerek ötekileştirmesinin sebebi afrika’nın bir adasındaki fil değil, endüstri devrimi sonrası ortaya çıkan çarpık sosyal düzen, tersyüz olmuş etik değerler ve makineleşmenin kendisidir'' mesajı filme cuk oturmuş. 

                                                       

Film, etkisinden uzun süre kurtulamadığımız sahnelerle dolu..Gözyaşlarımı tutamayıp dağıldığım sahnelerden birkaçı şöyle;

----------------------------------------------------------------------------------------
john'un, dr. treves'in karısıyla tanıştığı sahne;

mrs. treves: i'm very pleased to meet you, mr. merrick. (tanıştığımıza çok memnun oldum, bay merrick)
john merrick: i'm very pleased... (ben de memnun oldum)
[john begins to cry] [john ağlamaya başlar]
dr. frederick treves: what is it, john? what's the matter? (ne oldu, john? sorun nedir?)
john merrick: it's just that i-i'm not used to being treated so well by a beautiful woman...
(ben, ben sadece güzel bir kadın tarafından iyi davranılmaya alışık değilim...)


-----------------------------------------------------------------------------------------
john merrick: [after seeing pictures of dr. treves' family] would you care to see my mother? 

dr. frederick treves: [surprised] your mother? yes please. 

[john pulls out a small portrait] 

mrs. treves: oh but she's... mr. merrick, she's beautiful! 

john merrick: oh, she had the face of an angel! 
[sadly] 
john merrick: i must have been a great disappointment to her. 

mrs. treves: no, mr. merrick, no. no son as loving as you could ever be a disappointment. 

john merrick: if only i could find her, so she could see me with such lovely friends here now; perhaps she could love me as i am. i've tried so hard to be good. 

[mrs. treves begins to cry]


(bu sahnede ben de, doktorun eşi Anne ile birlikte gözyaşlarımı tutamadım..)

------------------------------------------------------------------------------------------

Filmde, Merrick'in normal insanların yaptığı gibi yatarak uyuması onun ölümü anlamına geliyor. O, ancak oturarak uyuyabiliyor ve hayattaki tek ve en önemli istediği; benzemedikleri gibi olmak, normal olmak için yatakta uyumaya karar veriyor bir gün..O, normal olanlardan daha normal ve vücudu insana benzeyenlerden daha insan olduğunu gösteriyor izleyiciye. Filmdeki bu son sahneyle devreye giren ''Adagio For Strings'' parçası da bu sahne ile adeta bütünleşip insanı duygu seline sürüklüyor..

Filmdeki oyunculuklara gelirsek, kusursuz denilecek kadar mükemmel diyebiliriz. Anthony Hopkins inanılmaz bir oyunculuk sergilemiş. Kendisinin genç halini ilk kez bu filmde izleme fırsatı buldum. John Hurt ise öyle bir oyuncu ki, canlandırdığı karakterde, sadece gözleri ve bakışlarıyla bile seyircide duygu yoğunluğu yaratmayı başarabiliyor. Bununla birlikte, yönetmenin filmi siyah beyaz çekmesi, hem dönemin ruhunu yansıtabilmek hem de filmi daha etkileyici  kılabilmek adına yaptığı on numara bir seçim olmuş.

Film ile ilgili konuşulacak o kadar çok şey var ki, ama kelimeler kifayetsiz kalıyor, yüreğiniz burkuluyor, boğazınız düğümleniyor..O kadar çok etkisindeyim ki filmin, dokunsanız ağlamaya başlayabilirim tekrar..Karmakarışık duygular içindeyim..Filmin öyküsü çok dokunaklı, çok acıklı ve hatta bünyeyi rahatsız edici olabilir ama seyirciye verdiği çok şey var. İzlemenizi mutlaka tavsiye ediyorum..

Hepinize iyi seyirler..