10 Şubat 2013 Pazar

Blade Runner (1982) // Sci-Fi sevenler için..



Bilim kurguda çığır açmış bir film ''Blade Runner''.. Sinema tarihinde muazzam bir yeri olan cyberpunk yapıtlardan biri. Philip K. Dick'in ''do androids dream of electronic sheep'' isimli kısa öyküsünden uyarlanan filmin yönetmeni ise Ridley Scott. Kendisini American Gangster, Kingdom of Heaven, Gladiator, Robin Hood, Alien gibi filmlerden tanıyorsunuzdur. Beğenmiş olduğum pek çok filmin yönetmenidir kendisi. Bilimkurgu türüne de ilgim olduğundan, yönetmenin 1982 yapımı olan bu filmini de izlemeden geçmeyeyim dedim :) Christopher Nolan'ın, Batman Begins'i çekerken daha özenli çalışmaları için oyunculara ve film ekibine bu filmi izlettiğini öğrenmiş olmam da bu filme karşı ilgimi daha da artırdı diyebilirim :)

Film, 2019 yılının Los Angeles'ında geçiyor.Filmin hikayesi ise şöyle; Teknolojinin çok ilerlemiş olduğu 2019 yılında insanlar, kendi işlerini gördürmek üzere insana çok benzeyen ve kullanım süreleri 4-5 seneyi geçmeyen replikantlar (yapay insan/robot/android) üretmektedirler. Ancak replikantların dünyaya ayak basması yasaklanmıştır ve  sadece dünya dışında çalıştırılmaktadır. Çünkü replikantlar daha önce insanlara karşı ayaklanma başlatmış ve bu isyan sonucunda bazı insanların ölümüne sebep olmuşlardır. Replikantların dünyaya gelmek istemelerinin nedeni ise, yaşam sürelerini uzatmak ve varlıklarını devam ettirmek. Yaşam sürelerinin bu kadar kısa tayin edilmiş olmasına karşı çıktıkları için ölüme direnmekteler ve hayatta kalmak için aslında çok da insani bir mücadeleye girişmekteler. Blade Runner denilen polisler ise, dünyaya ayak basan bu replikantları öldürmek (filmdeki tabiriyle emekliye ayırmak) ile yükümlüler. Harrison Ford da, filmdeki Blade Runner rolünde ve replikantları avlamak için büyük bir takibe başlamakta. Çünkü dünyada kimin gerçek insan, kimin yapay insan olduğu anlaşılamaz hale gelmiş durumda. İnsanların arasında replikantlar yada replikantların arasında insanlar. Çözmek bu denli güç bir halde..
                                                     


Filmi etkileyici kılan ise, filmin atmosferi aynı zamanda. Dünyaya karanlık ve kasvetli bir hava hakim ve sürekli yağmur yağıyor. Belli ki dünyaya birşeyler olmuş. Belki insanoğlunun kendisinin neden olduğu yada başka bir nedenden ötürü dünyamız kapkaranlık durumda. Bu karanlık ve bunaltıcı atmosfere başarılı dekor tasarımları, yaratılan şehir mimarisi, Vangelis'in filmin ortamına uygun şekildeki gotik müzikleri de eklenince filmin etkileyiciliği daha da artmış.

                                                   


Film,  Los Angeles'ta geçiyor olmasına karşın, her yerde Çinlileri görüyor ve şaşırıyorsunuz. Çünkü güçlü ve varlıklı insanlar dünya dışına göçmüş ve Los Angeles Çinli istilasına uğramış durumda. (Daha önce Amerika kıtasının keşfedilmesiyle birlikte zengin Avrupalıların bu yeni kıtaya göç etmesi gibi, filmde de zengin insanların uzaydaki diğer gezegenleri kendilerine yurt edinip dünyayı terk etmeleri de büyük benzerlik taşıyor.) Güçlü ve kapitalist şirketler ise yine işbaşında tabi, dünyadan tam olarak elini eteğini çekmemişler. Dünyada kalan insanlara reklam vermekle meşguller. Diğer gezegenlerdeki fırsatlar ve cazip yaşamlar sunuyorlar verdikleri reklamlarda.


Dünyadaki  gelişmişliği ve refahlığı ise herkes yaşayamıyor  günümüzdeki gibi. İnsanlar daha da fakirleşmiş, zenginler ise daha zengin. İnsanların duyarlılıkları da azalmış, tepkisizleşmiş, mankurtlaşmış. Bunu, filmdeki birçok sahnede görebiliyorsunuz. İnsanoğlu makinalardan insan yapmaya çabalarken, aslında insanların da farkına varmadan birer makinaya dönüşmeleri konu ediliyor ve ne kadar insani yönlerinin kaldığı gösteriliyor.
Çünkü replikantlar da aynı insanlar gibi hissedebiliyor, düşünebiliyor, acı çekiyor, gülüyor..Peki, bizi makinalardan sadece daha uzun yaşamak mı farklı kılıyor?
Film, finalinde bunun gibi sorularla insanların kafasında pek çok soru işareti bırakarak sonlanıyor. (Buna başroldeki polisimiz,yani, Blade Runner'ımız olan Deckard'ın replikant olup olmaması da dahil..)

Bu nedenle, film;  insanlık üzerine, dünyamız üzerine, insan-Allah teması üzerine çok şeyler söyleyen, bu konularda çok sayıda altmetinler sunan bir film ve yaşamın da aslında ne kadar değerli olduğunu anlatıyor bizlere, hem de bir androidin gözünden. Verdiği mesajları alabilmek için de çok dikkatlice izlenmesi gerekiyor. Çünkü sıradan bir bilimkurgu değil, çok derin, çok felsefi.. Diğer bilimkurgu filmlerine göre daha az aksiyon barındıran ve bu nedenle daha yavaş ilerleyen ancak hayalgücünü ön plana çıkaran, duygu yönü ağır basan bir film.

                                      

Filmin en can alıcı sahnesindeki bu replik bile aslında bu filmi özetler durumda ..
''Yaşamayacak olması kötü, ama zaten kim yaşıyor ki???''

Hepinize iyi seyirler diliyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder